Koronavirüs salgını dünya genelinde hala etkisini sürdürürken, M çiçeği virüsü Afrika kıtasında büyük bir tehlike haline geldi. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından uluslararası öneme sahip bir acil durum olarak ilan edilen M çiçeği virüsü, Afrika’nın tamamını etkisi altına alarak hızla yayılmaya devam ediyor.
M Çiçeği Virüsü ve Tehlikesi
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde başlayan ve kısa sürede komşu ülkelere yayılan M çiçeği virüsü, bulaşıcı bir hastalık olarak son salgında en az 524 kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu. Bu salgın, virüsün yeni bir varyantı ile ilişkilendirildiği için önceki salgınlardan daha endişe verici olarak değerlendiriliyor. Uzmanlar, bu yeni varyantın şimdiye kadar görülen en tehlikeli olduğunu ve yayılma hızı ile yüksek ölüm oranından endişe duyduklarını belirtiyorlar.
DSÖ Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, salgının Afrika kıtasında ve ötesinde daha fazla yayılma ihtimalinin çok endişe verici olduğunu vurgulayarak uluslararası bir müdahalenin hayati önem taşıdığını belirtiyor. DSÖ’nün ilan ettiği küresel halk sağlığı acil durumu, Uluslararası Sağlık Mevzuatı kapsamında en yüksek alarm seviyesi olarak kabul ediliyor.
Afrika Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (Africa CDC) tarafından yapılan açıklamalara göre, 2024 yılının başından itibaren Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde 14 binden fazla M çiçeği vakası kaydedilmiştir. Bu durum, halk sağlığı açısından ciddi bir tehlike oluşturarak acil durum ilan edilmesine neden olmuştur.
M Çiçeği Virüsünün Belirtileri ve Yayılma Yolları
M çiçeği virüsüne yakalanan kişilerde genellikle ateş, baş ağrısı, şişlikler, sırt ağrısı ve kas ağrıları gibi belirtiler görülmektedir. Hastalığın ilerleyen safhalarında ise vücutta döküntüler oluşabilir, bu döküntüler genellikle yüzden başlayarak vücudun diğer bölgelerine yayılabilir. Aşırı kaşıntıya ve hatta ağrıya neden olabilen bu döküntüler, zamanla kabuklaşarak dökülebilir. Enfeksiyon genellikle kendiliğinden iyileşir ancak ciddi vakalarda lezyonlar vücudun farklı bölgelerine yayılabilir.
M çiçeği virüsü, enfekte kişiyle yakın temas yoluyla insandan insana geçebilir. Cinsel ilişki, cilt teması, enfekte kişinin yakınında konuşma veya nefes alma gibi durumlar virüsün bulaşma riskini artırabilir. Ayrıca virüs açık yaralar, solunum yolu veya gözler, burun veya ağız yoluyla da bulaşabilir. Virüsün bulaştığı nesnelere dokunarak da hastalık yayılabilir, bu nedenle hijyen kurallarına dikkat etmek önemlidir. Maymunlar, sıçanlar ve sincaplar gibi enfekte hayvanlarla temas da virüsün yayılmasında önemli bir rol oynayabilir.
M Çiçeği Virüsünün Tedavisi ve Aşıları
M çiçeği virüsüne karşı şu anda mevcut olan 3 aşı bulunmaktadır. Salgınların büyük ölçüde aşı ile kontrol altına alındığı bilinmektedir. Ancak tedavi yöntemleri konusunda henüz yeterli bilgiye sahip olunmamakla birlikte çiçek hastalığında kullanılan tedavilerin M çiçeği için de etkili olabileceği düşünülmektedir. DSÖ, ilaç üreticilerine henüz onaylanmamış olsa da M çiçeği aşılarını ihtiyaç duyan ülkelerde acil durumlar için kullanıma sunmaları yönünde çağrıda bulunmaktadır.
M Çiçeği Virüsü ve Varyantları
M çiçeği virüsünün şu anda iki farklı varyantı bulunmaktadır. “Clade 1” Orta Afrika’da endemik bir tür iken, “Clade 1b” ise son salgında görülen daha şiddetli olan yeni bir virüs türüdür. Afrika CDC tarafından yapılan açıklamalara göre, 2024 yılının başından temmuz ayının sonuna kadar 14 binden fazla M pox enfeksiyonu ve 450’den fazla M çiçeği ölümü gerçekleşmiştir. Bu durum, enfeksiyonlarda %160, ölümlerde ise %19’luk bir artışı göstermektedir.
Batı Afrika’da görülen “Clade II” adlı daha hafif bir M pox türü ise 2022 yılında küresel bir salgına yol açmıştı. Salgın, normalde görülmediği Avrupa ve Asya bölgelerine kadar yayılmış ve DSÖ tarafından küresel halk sağlığı acil durumu ilan edilmişti. Salgın, savunmasız grupların aşılanmasıyla kontrol altına alınmış ancak Kongo Demokratik Cumhuriyeti gibi ülkelerde aşı ve tedavilere erişim konusunda sıkıntılar yaşanmaktadır.
Sonuç olarak, M çiçeği virüsü Afrika kıtasında hızla yayılmaya devam ederken uluslararası bir müdahalenin hayati önem taşıdığı açıkça ortadadır. DSÖ’nün ve diğer sağlık kuruluşlarının koordineli bir şekilde hareket ederek hastalığın yayılmasını önlemeye yönelik çalışmalarını artırmaları gerekmektedir. Ayrıca, aşı ve tedavi yöntemlerinin geliştirilerek hastalıkla mücadelede daha etkili bir yaklaşım benimsenmesi gerekmektedir. Bu süreçte toplumların bilinçlendirilmesi ve hijyen kurallarına uyulması da hastalığın yayılmasını önlemek adına önemli bir adım olacaktır.